Tarih sahnesine çıkmış insanlar her zaman sonraki yüzyıllarda
isimlerinin anılmasını isterler ve tarih sahnesinden yok olmayı
istemezler. Bir insanın tarih sahnesine çıkışına bakarsak; insanlığı
değiştiren icat, önemlli bir eser , önemli bir mimari yapı, önemli bir
vakaa vs. böyle insanları saymaya kalkarsak ansiklopedi olur. Biz konuya
uygun şekilde edebiyatçı ve düşünür olanların en önemlisinden
başlayacağız. Herkesin aklına bir kaç isim gelmiş olabilir. 2010
yılında UNESCO'nun da dikkat çektiği gibi bu düşünürlerinin başında
Mevlana Celaleddin-i Rumii gelir. Mevlana önemli bir edebiyatçı
olmasının yanında aynı zamanda çağını aşan hümanist düşünürlerin en
başında gelir. Peki tarih sahnesinde yok olmuş o kadar insanın yanında
acaba Mevlana nasıl çağının ötesine geçmiştir?
Geçen
yazımda Mevlana hakkında kronolojik bilgi ve Şems ile tanışmasını
anlattıktan sonra bugünkü yazıda Mevlana'nın sözleri üzerine bir kaç
düşünce, nasıl çağını aştığı , Mevlana'nın insanlara vasiyetinin altında
ki düşünceler hakkında elimde geldiği kadar yazmaya çalışacağım.
Giriş yaptıktan sonra Mevlanayı günümüze taşıyan sözlerinin bir kısmını yazmazsam yazıda büyük bir eksiklik oluşur.
-Yine
gel, yine gel, her ne olursan ol yine gel İster kafir, ateşe tapan,
putperest ol yine gel Bizim bu dergahımız ümitsizlik dergahı
değildir Yüz defa tövbeni bozmuş olsun da yine gel.
-Ya olduğun gibi görün, Ya da göründüğün gibi ol
-Sen bizim suretimize [yüzümüze] değil, siretimize [ahlakımıza] bak.
-Ömründen nasibin, kendini Sevgiliden mesut bulduğun andan ibarettir.
-Nice
bilginler vardır ki gerçek bilgiden, hakiki irfandan nasipsizdirler. Bu
ilim sahipleri, bilgi hafızıdır, bilgi sevgilisi değil.
-Sözünü öyle bir izah et ki havas da avam da istifade etsin.
-Herkesin aklının ereceği, fikrinin anlayacağı bir tarzda anlat.
-Söz söyleyen kemal sahibi olursa, (mağfiret ve hakikat) sofrasını yaydı mı, o sofrada her türlü aş bulunur.
Sözlerinin hepsini yazmama imkan yok çünkü yazarsam mesneviyi yeniden kaleme almış olurum.
Yukarıdaki
sözlere kısaca bakarsak insanların nasıl yaşaması gerektiğini ve
hedeflediği başarılara nasıl ulaşacağını Mevlana açıkça belirtmiştir.
Yani hayatımızı kolaylaştıracak olan düşünceleri aslında Mevlana ortaya
dökmüştür. Bu sözlere bakarak aşağıdakileri maddeleri de çıkarmak
mümkündür.
1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı
2. Suçtan kurtuluş, akıl yolu ile gafletten uyanış
3. İnanç'daki kudret
4. Tövbe edip doğru yolu bulanların Allah'ın sevgili kulu olacakları
5. Bilginin değeri
6. Gaflete dalış
7. Aklın önemi
Tarih
sahnesine baktığımız zaman önemli insanlar her zaman hayata gözlerini
yumduktan sonra toplum tarafından kıymeti bilinmiştir. Çünkü insanların
düşüncelerini o zamanki toplum net bir şekilde idrak edemez. Bu idrak
edememeye bağlı olarak insanlar iyi olan düşüncelere zıt görüş
geliştirebilirler. Bu yazdıklarımızın yanında o zaman hakim güç kimse
onun sözü geçer ve sürü olan toplumda buna karşı çıkmaz. Bunlara
Şeytanın Ayetleri adlı eseri çevirdiği için ve ateist olduğu için Sivas
da yakılmak istenen Nazım Hikmet'i, toplumdan farkı düşüncelere sahip
olan ve bir toplantıda çatal atılarak protesto edilen Ahmet Kayayı,
dönemin olaylarını filmlerinde kokmadan yılmadan anlatan Yılmaz Güneyi,
Enel Hak deyip o zamanın yobaz toplumu tarafında derisi yüzülerek
öldürülen Hallac-ı Mansur'u, Mlli Mücadelede ön saflarda çarpışan ve
Atatürk'e zıt gittiği için eleştirilen Said Nursiyi ve adını
hatırlayamadığım nice insanları yazabiliriz. Tabi yazımızın konusunu
dağıtmadan tekrar Mevlanaya dönelim.
Mevlana kendi
çağının ilerisinde olan bir düşünürdür. Çünkü mevlananın sözleri
insanların hayatlarına ışık olmuştur. Her dönemde yaşayan insanlar
hayatlarında Mevlanadan bir şey bulmuşlardır. Bunun yanında tasavvuf
yolunda aydınlanmış, tüm dinlerin özünün aynı olduğunu, hepsi gibi,
tanrıyı içimizde aramamızı ve evrenle bir olduğumuzu söyleyen sufi
geleneğinin de başında gelir. Ne olursan ol yine gel diyecek insanları
dini düşüncesine göre ayırmamıştır. Peki tarihinde böyle bir sufi
yetiştiren ecdadımız şimdi ne yapıyor: Bizdensen gel bizimle ol diyen
cemaatler, partiler , bizim düşüncemizde olanları savunalım diyen
ideolojiler ... vs. saymakla bitmez. Allah yarattığı için insanları
seven Mevlanaya bak bir de bize bak. Bu kadar hiddetlendikten sonra
insanlara yapmalarını önerdiği vasiyetini de yazayım ve bizim şimdiki
insanların bu vasiyeti nasıl tersten anladıklarını anlatmaya çalışayım.
"Size,
gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az
konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam
etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen
cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel
davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum.
İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı,
az ve anlaşılır olanıdır."
Peki bizim yaptığımıza bakalım :
Dilimizle
Allah'tan korkuyoruz kalbimizle değil. Eğer kalbimizle korksaydın banka
hortumlamalar, kul hakkı yemeler, rüşvet, liyakat, iltimas... vs.
olmazdı. Mevlana az yemek yiyin diyeceğine çok yemek yiyin deseydi daha
çok sevilirdi bence!!! Az konuşmaya gelince bizim milletin yaptığı en
önemli şey konuşmak zaten !!! Ama ne konuştuklarını da bir bilseler.
İsyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi gibi
maddeleri zaten bir müslüman kalbiyle yapmalıdır. Ama bunu göstermelik
yapanlardan korkmayalım da kimden korkalım. Bir insanın bunları yapıp
yapmaması Allah ile kul arasındadır -Martin Luther'in Bastil
hapishanesinin kapısına astığı bildiride yazdığı gibi- aptal ve
cahillerle oturmamaya gelince bu konu hakkında yazdığım yazı daha
detaylı bilgiler içermektedir. İnsanların en hayırlısı insanlara yararı
olandır sözünü bizim millet hep tersten anlıyor nedense. Çünkü
bizimkiler insanlara faydalı olmayı kul hakkı yemekle, insanları
dolandırmakla, banka hortumlamakla, bir işi yerinde yapmamakla, tüyü
bitmemiş yetimin hakkını yemekle vs... gibi şeyleri yapmakla
sanıyorlar.
25 Temmuz 2012 Çarşamba
cahillik ve cehalet
Medeniyetlerin gelişmemesinin altındaki ön önemli etken belki de
cahilliktir. Biraz daha ileri gidersek, Seneca'nın: "Cehalet,
dertlerimiz için tesirsiz bir ilaçtır." sözünde devası bulunamayan bir
hastalık olduğu açıkça belirtilmiştir. Tabiki bunun prevelansını artıran
çeşitli etmenlerde vardır.
Bunların nedenlerine kısaca bakarsak:
-Bilgili insanların kolay kolay yetişmemesi,
-Ataletin günümüzde en sık kullanılan kelimelerden olması,
-Kitap okumanın yok denecek kadar az olması,
-Kolay ulaşılan bilgiye ulaşmak istememizdir,
-Tabuları yıkamamak,
-Eğitim sisteminin kötü olması,
-Bilginin paylaşılmaması ...
Saydığımız maddeleri daha da uzatabiliriz.
Zaten bir insan neden cahil olur sorusuna verilen cevaplar birbiriyle ilişki içindedir. Yani bir maddenin insanda oluşması demek -diğer maddeler uygun olmasa bile - o insanda cahillik emarelerine sebep olur. Bu emareletin içince belki en çok etki eden bence cahil insanla arkadaş olmaktır. İşin kötü yanı ise zaten cahil insanla vakit kaybettiiği gibi bir de onunla sohbet etmesidir. Cahil insanla arkadaş olan zaten kayıptadır. Cahil bir insanın zaten kendisine faydası olmayacağı gibi etrafına da faydasından çok zararı olur. Bunu Sokrates'in "Cahil insan kendi kendinin bile düşmanıdır; başkasına dost olması nasıl beklenir" cümlesinde daha net bir şekilde görmekteyiz. Cahillikten bu kadar bahsetmişken, yüzünüzde tebeessüm oluşturacağını düşündüğüm, aynı zamanda da güzel bir hiciv örneği olan bir dörtlük paylaşmak istiyorum.
'CAHİL İLE SOHBET ETMEK, ZORDUR BİLENE,
CAHİL;NE GELİR İSE SÖYLER DİLİNE!
ALİM İLE SOHBET EDERSEN ALIRSIN MERTEBE;
CAHİL İLE SOHBET EDERSEN,DÖNERSİN MERKEBE!!'
Cahillik ne kadar kitap okumamayla, eleştirel bakmamayla ... vs. gibi nedenlerle alakalı olsa da, bazı insanlar gerçekten cahildir ve bu yolu kendileri seçerler; bazıları ise günün şartlarına bağlı olarak cahil bırakılmaya zorlanır. Tabi burda bir noktanın altını çizmek istiyorum: Bir insanın üniversite okuması bu insanın bilgili olduğu anlamına gelmez. Zaten üniversiteden mezun olduğu zaman olaylara eleştirel bir gözle -bilgisi dahilinde- bakmıyorsa benim bahsettiğim sınıfın içine girer. Zaten ülkemiz oportünist bir zihniyetle insanlar yetiştirdiği için bilimsel anlamda faaliyetler az olmaktadır. Çünkü herkesin iş bulabilmesi bilimsel faaliyet yapmaktan daha önemlidir!!! Bu arada acaba ben ülkenin içinde bulunduğu durum hakkında evham mı yapıyorum ?
Türkiyede eğitim sistemine bağlı olarak eğitim seviyesinin düşük olmasından dolayı üniversitelerimiz " okumuş cahiller" topluluğu yetiştirmektedir. İşin kötü olan yanı ise bu cahiller topluluğundan bazı kişilerin yönetici anlamında önemli yerlere gelmesidir. Bu insan yönetime geldiği anda - küçük dağları ben yarattım edasıyla - amirlik yaptığı insanı -bir de eğitimliyle- ezmeye çalışır. Çünkü bu tip adamlar kuş beyinleriyle eğitimli insanları ezebileceğini düşünüyorlar. Ama günümüz de bu tip insanları tasvip ediyor - sözüm meclisten dışarı- bundan ziyade bu Hz. Ali'nin bu sözü her şeyi açıklıyor: Cahilin cahilliğini kanıtlamak kolaydır fakat ona itiraf ettirmek güçtür.
Bunların nedenlerine kısaca bakarsak:
-Bilgili insanların kolay kolay yetişmemesi,
-Ataletin günümüzde en sık kullanılan kelimelerden olması,
-Kitap okumanın yok denecek kadar az olması,
-Kolay ulaşılan bilgiye ulaşmak istememizdir,
-Tabuları yıkamamak,
-Eğitim sisteminin kötü olması,
-Bilginin paylaşılmaması ...
Saydığımız maddeleri daha da uzatabiliriz.
Zaten bir insan neden cahil olur sorusuna verilen cevaplar birbiriyle ilişki içindedir. Yani bir maddenin insanda oluşması demek -diğer maddeler uygun olmasa bile - o insanda cahillik emarelerine sebep olur. Bu emareletin içince belki en çok etki eden bence cahil insanla arkadaş olmaktır. İşin kötü yanı ise zaten cahil insanla vakit kaybettiiği gibi bir de onunla sohbet etmesidir. Cahil insanla arkadaş olan zaten kayıptadır. Cahil bir insanın zaten kendisine faydası olmayacağı gibi etrafına da faydasından çok zararı olur. Bunu Sokrates'in "Cahil insan kendi kendinin bile düşmanıdır; başkasına dost olması nasıl beklenir" cümlesinde daha net bir şekilde görmekteyiz. Cahillikten bu kadar bahsetmişken, yüzünüzde tebeessüm oluşturacağını düşündüğüm, aynı zamanda da güzel bir hiciv örneği olan bir dörtlük paylaşmak istiyorum.
'CAHİL İLE SOHBET ETMEK, ZORDUR BİLENE,
CAHİL;NE GELİR İSE SÖYLER DİLİNE!
ALİM İLE SOHBET EDERSEN ALIRSIN MERTEBE;
CAHİL İLE SOHBET EDERSEN,DÖNERSİN MERKEBE!!'
Cahillik ne kadar kitap okumamayla, eleştirel bakmamayla ... vs. gibi nedenlerle alakalı olsa da, bazı insanlar gerçekten cahildir ve bu yolu kendileri seçerler; bazıları ise günün şartlarına bağlı olarak cahil bırakılmaya zorlanır. Tabi burda bir noktanın altını çizmek istiyorum: Bir insanın üniversite okuması bu insanın bilgili olduğu anlamına gelmez. Zaten üniversiteden mezun olduğu zaman olaylara eleştirel bir gözle -bilgisi dahilinde- bakmıyorsa benim bahsettiğim sınıfın içine girer. Zaten ülkemiz oportünist bir zihniyetle insanlar yetiştirdiği için bilimsel anlamda faaliyetler az olmaktadır. Çünkü herkesin iş bulabilmesi bilimsel faaliyet yapmaktan daha önemlidir!!! Bu arada acaba ben ülkenin içinde bulunduğu durum hakkında evham mı yapıyorum ?
Türkiyede eğitim sistemine bağlı olarak eğitim seviyesinin düşük olmasından dolayı üniversitelerimiz " okumuş cahiller" topluluğu yetiştirmektedir. İşin kötü olan yanı ise bu cahiller topluluğundan bazı kişilerin yönetici anlamında önemli yerlere gelmesidir. Bu insan yönetime geldiği anda - küçük dağları ben yarattım edasıyla - amirlik yaptığı insanı -bir de eğitimliyle- ezmeye çalışır. Çünkü bu tip adamlar kuş beyinleriyle eğitimli insanları ezebileceğini düşünüyorlar. Ama günümüz de bu tip insanları tasvip ediyor - sözüm meclisten dışarı- bundan ziyade bu Hz. Ali'nin bu sözü her şeyi açıklıyor: Cahilin cahilliğini kanıtlamak kolaydır fakat ona itiraf ettirmek güçtür.
Bencillik ve insanlar neden bencil olurlar
Günümüzde geçmişte kurulan güzel dostluklardan eser kalmadığını
görmekteyiz. Bunu çeşitli sebeplere bağlayabiliriz: İnsanların bencil
olması , menfaatleri için insanları karşılarına almaları, günümüzün
getirdiği sosyo-ekonomik etkenler... vb. bunları çeşitli kategorilere
ayırmamız mümkün. Bunların hepsi ayrı ayrı ele alınması gereken konular
arasındadır. Ama ben bunlardan bencillik ve insanları bencilliğe iten
sebepler üzerinde durmaya çalışacağım. Öncelikle bencilliğin tanımını
yapmakla yazıma başlayayım.
Bencillik: Genel anlamıyla bireyin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi ile ilgilidir. Buna egoizm ve benmerkezcilik de denir. Bencilliği bilim adamları üç ana başlık altında inceler:
Kısaca tanımını yaptıktan sonra insanlar neden bu hastalığa yakalanırlar sorusu üzerinde beyin fırtınası gerçekleştirelim. Bu noktada ünlü filozof Epictetos'un: "Bir insana, kendi ruhlarından mutlaka söküp atmaları gereken iki şey: İmkansızlık ve bencilliktir." sözünü atlamak istemiyorum. Yani Epictetos burada bir insanın hür ve özgür düşünebilmesi için yani insani özelliklerini sergileyebilmesi için benciliğinin -imkansızlığa sonraki yazıda değinirim- olmaması gerektiğini anlatmak istemiştir. Peki biz ne yapıyoruz günümüzde kim hakim güçse onun peşinden gidiyoruz ve diğer insanların durumunun ne olacağını aklımızın ucuna bile getirmiyoruz.
İşin kötü olan yanı ise bazı insanlar vardır ki onlar dünyanın kendi etraflarında döndüğünü, dünyada var olmalarının bile dünya için bir lütuf olduğunu, kendileri olmasaydı diğerlerinin de bir kıymeti kalmayacağını düşünürler.Yani küçük dağları ben yarattım edasındadırlar.
Önemli ve vazgeçilemez olduklarını düşünen bu yaratıklar övgü ve iltifatla beslenmeyi ister, kendilerinin özel olduklarını düşünüp ne yaparlarsa yapsında karşılarında bulunan insanlardan saygı görmeyi beklerler. Hayâl dünyasında yaşayan bu canlılar güç, başarı, şöhret, para gibi değerleri baştacı ederler. O nedenle (varsa) kendi meziyeterini abartmaktan da geri kalmazlar.
Bu anlattıklarım günümüzün koşullarını anlatıyor galiba. Bir örnekle olayı pekiştireyim. Devletin bir çok yalnış politikası vardır. Bunlar saymakla bitmez. Ama en önemlileri arasında maaş adaletsizliği ve gelirler arasındaki uçurumun gün geçtikçe büyümesi. Buna binaen insanların yaşama düzeylerinin düşmesi. Şu yakın zamanda gündemi takip edenler bilir milletvekili danışmanlarına % 170 zam verildi. Yani şimdiye kadar Türkiye Tarihinde verilen en yüksek zam dilimi bence. Peki buna karşılık emekliye ne kadar verildi ? Verilen zam oranı % 4,22 kesintiler hariç tabiki. Yaşasın adalet !!! Bunu neden anlattığıma gelince milletvekillerinin, danışmanlarına verecekleri zammı hemen belirlerken emekliye verilecek zammı ise 6.5 saatlik toplantıda karar vermişlerdir. Bu bencilliğin daniskası değil de nedir?
Günümüzde önemli insanların yetişememesin temel yapı taşlarından birisi bencilliktir. Çünkü bencil insan kendini geliştirmek için uğraşmaz. Her zaman konunun ve anlatılanın en iyisini ben biliyorum der. Bilgili insanların da sözlerine kulak asmaz. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Tarihe biraz yolculuk yaptığımız zaman önemli insanların bencilliklerini yenenler olduğunu görebiliriz.
Tarih demişken tarihten bir örnekle yazımı sonlandırmak istiyorum. Tarihe ilgisi olanlar bilir. Osmanlıda sadaka taşı denilen yardım taşları vardır. Yapılan iyiliklerin başa kakılmamasi ve muhtaç insanların da ezilmemesi icin enfes bir yoldur sadaka taşları. Yani insanlar bencillik edip de yaptğı yardımları gösteriş olarak kullanmaması için ideal yoldur. Umumiyetle geceleyin veya kimsenin olmadığı bir dönemde hali vakti yerinde olanlar buraya ihtiyaç sahipleri için sadakalarinı bırakırlardı.
Bir insan sadaka vermekle hayır yapıyordu; ama kime iyilik yaptığını da bilmiyordu. Karşısında ezilen iki büklüm olan insanlar olmuyordu böylece. Derdini kimseye açamayan hakiki bir fakir, ihtiyacı olunca oraya geliyor ve o da yine kimseye halini açmadan oradaki paranın ihtiyaci kadarını alıyordu. Ne kadar ihtiyacı varsa o kadar. Çünkü o biliyor ki, - buraya dikkat edelim- kendisi gibi ihtiyacı olan başka insanlar da var. Bu sadakayı verenin de meçhul olmasi sebebiyle kimsenin karşısında yüz suyu dökme ve ezilme durumu da olmuyor ve duasını da tanımadığı, bilmediği bir insana gönderiyordu.
Tavır ve davranislarını dinin ve ahlakın ruhundan alan atalarımız gercekten ince anlayış sahibi insanlardı. Sadece sadaka taşları değil, her birisi ayrı bir inceliğin ürünü olan ayni ve nakdi yardimlar da bizim kültürümüzün ürünleri.
Atalarımız bunları yaparken - bencillikle alakalı olarak - şu soruyu kendimize soralım ? Günümüzde sadaka taşları olsa biz ne yapardık? Hemen cevaplayayım. Bırakın ihtiyaç sahiplerini düşünmeyi sadaka taşındaki tüm yardımları alır hatta; taşı bile yerinden söker götürüp satardık. İnsanlar isterse ölsün kimin umrunda!!!
Bencillik: Genel anlamıyla bireyin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi ile ilgilidir. Buna egoizm ve benmerkezcilik de denir. Bencilliği bilim adamları üç ana başlık altında inceler:
- Psikolojik bencillik: Bireylerin her zaman kendi çıkarları için hareket ettiği savunan doktrin,
- Etiksel (ahlaki) bencillik: Bireylerin her zaman kendi çıkarlarına uyan şeyi yapmalarının doğru olduğunu savunan doktrin,
- Rasyonel bencillik:İnsanların kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesinin rasyonel olduğunu savunan doktrin.
Kısaca tanımını yaptıktan sonra insanlar neden bu hastalığa yakalanırlar sorusu üzerinde beyin fırtınası gerçekleştirelim. Bu noktada ünlü filozof Epictetos'un: "Bir insana, kendi ruhlarından mutlaka söküp atmaları gereken iki şey: İmkansızlık ve bencilliktir." sözünü atlamak istemiyorum. Yani Epictetos burada bir insanın hür ve özgür düşünebilmesi için yani insani özelliklerini sergileyebilmesi için benciliğinin -imkansızlığa sonraki yazıda değinirim- olmaması gerektiğini anlatmak istemiştir. Peki biz ne yapıyoruz günümüzde kim hakim güçse onun peşinden gidiyoruz ve diğer insanların durumunun ne olacağını aklımızın ucuna bile getirmiyoruz.
İşin kötü olan yanı ise bazı insanlar vardır ki onlar dünyanın kendi etraflarında döndüğünü, dünyada var olmalarının bile dünya için bir lütuf olduğunu, kendileri olmasaydı diğerlerinin de bir kıymeti kalmayacağını düşünürler.Yani küçük dağları ben yarattım edasındadırlar.
Önemli ve vazgeçilemez olduklarını düşünen bu yaratıklar övgü ve iltifatla beslenmeyi ister, kendilerinin özel olduklarını düşünüp ne yaparlarsa yapsında karşılarında bulunan insanlardan saygı görmeyi beklerler. Hayâl dünyasında yaşayan bu canlılar güç, başarı, şöhret, para gibi değerleri baştacı ederler. O nedenle (varsa) kendi meziyeterini abartmaktan da geri kalmazlar.
Bu anlattıklarım günümüzün koşullarını anlatıyor galiba. Bir örnekle olayı pekiştireyim. Devletin bir çok yalnış politikası vardır. Bunlar saymakla bitmez. Ama en önemlileri arasında maaş adaletsizliği ve gelirler arasındaki uçurumun gün geçtikçe büyümesi. Buna binaen insanların yaşama düzeylerinin düşmesi. Şu yakın zamanda gündemi takip edenler bilir milletvekili danışmanlarına % 170 zam verildi. Yani şimdiye kadar Türkiye Tarihinde verilen en yüksek zam dilimi bence. Peki buna karşılık emekliye ne kadar verildi ? Verilen zam oranı % 4,22 kesintiler hariç tabiki. Yaşasın adalet !!! Bunu neden anlattığıma gelince milletvekillerinin, danışmanlarına verecekleri zammı hemen belirlerken emekliye verilecek zammı ise 6.5 saatlik toplantıda karar vermişlerdir. Bu bencilliğin daniskası değil de nedir?
Günümüzde önemli insanların yetişememesin temel yapı taşlarından birisi bencilliktir. Çünkü bencil insan kendini geliştirmek için uğraşmaz. Her zaman konunun ve anlatılanın en iyisini ben biliyorum der. Bilgili insanların da sözlerine kulak asmaz. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Tarihe biraz yolculuk yaptığımız zaman önemli insanların bencilliklerini yenenler olduğunu görebiliriz.
Tarih demişken tarihten bir örnekle yazımı sonlandırmak istiyorum. Tarihe ilgisi olanlar bilir. Osmanlıda sadaka taşı denilen yardım taşları vardır. Yapılan iyiliklerin başa kakılmamasi ve muhtaç insanların da ezilmemesi icin enfes bir yoldur sadaka taşları. Yani insanlar bencillik edip de yaptğı yardımları gösteriş olarak kullanmaması için ideal yoldur. Umumiyetle geceleyin veya kimsenin olmadığı bir dönemde hali vakti yerinde olanlar buraya ihtiyaç sahipleri için sadakalarinı bırakırlardı.
Bir insan sadaka vermekle hayır yapıyordu; ama kime iyilik yaptığını da bilmiyordu. Karşısında ezilen iki büklüm olan insanlar olmuyordu böylece. Derdini kimseye açamayan hakiki bir fakir, ihtiyacı olunca oraya geliyor ve o da yine kimseye halini açmadan oradaki paranın ihtiyaci kadarını alıyordu. Ne kadar ihtiyacı varsa o kadar. Çünkü o biliyor ki, - buraya dikkat edelim- kendisi gibi ihtiyacı olan başka insanlar da var. Bu sadakayı verenin de meçhul olmasi sebebiyle kimsenin karşısında yüz suyu dökme ve ezilme durumu da olmuyor ve duasını da tanımadığı, bilmediği bir insana gönderiyordu.
Tavır ve davranislarını dinin ve ahlakın ruhundan alan atalarımız gercekten ince anlayış sahibi insanlardı. Sadece sadaka taşları değil, her birisi ayrı bir inceliğin ürünü olan ayni ve nakdi yardimlar da bizim kültürümüzün ürünleri.
Atalarımız bunları yaparken - bencillikle alakalı olarak - şu soruyu kendimize soralım ? Günümüzde sadaka taşları olsa biz ne yapardık? Hemen cevaplayayım. Bırakın ihtiyaç sahiplerini düşünmeyi sadaka taşındaki tüm yardımları alır hatta; taşı bile yerinden söker götürüp satardık. İnsanlar isterse ölsün kimin umrunda!!!
Kaydol:
Yorumlar (Atom)