28 Mart 2012 Çarşamba

Mevlana Celaleddin-i Rumi


Ünü sınırların ötesinde, hatta insanların düşünce ufkunun da üstünde olan, "Yine gel, yine gel, her ne olursan ol yine gel. İster kafir, ateşe tapan, putperest ol yine gel. Bizim bu dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. Yüz defa tövbeni bozmuş olsan da yine gel." sözü ile dillere pelesenk olan ünlü zat Mevlana Celaleddin-i Rumi hakkında biraz bahsetmek istiyorum. Öncelikle İslam, tasavvuf. ahlaki düşünce ... vs. gibi konularda dünya kültür mirasına damga vurmuştur. Asıl adı Celaleddindir. Rumi adını, Anadolu'ya yerleşip orada yaşadığı için ( O dönemde Anadolu'ya Diyarı-ı Rum deniliyordu); "Efendimiz" manasına gelen Mevlânâ ise, kendisine karşı duyulan büyük saygının belirtisi olarak verilmiştir)

Hayatını çeşitli başlıklar altında inceleyebiliriz. Ama bu benim işim değil ülkemizin kıymetli ve çok bilen(!) akademisyenlerine bırakmak istiyorum bu işi. Benim değinmek istediğim konu ise -Elif Şafak'ın söylemiyle- Mevlanayı aşk şelalesine atan ve "Hamdım, piştim yandım" demesine yol açan Şems-i Tebrizidir. Mevlana'nın hayatını akademisyenler dört başlık altında toplamıştır. Ama ben bunu iki dönem halinde alacağım. Çünkü Mevlana'nın hayatı zaten Şemsle tanıştıktan sonra başlamıştır. Ama tabi ki bu iki zatın tanışma aşamalarından da biraz bahsetmek gereklidir. Çünkü konuyu anlamamız için bu şarttır. Mevlana hayatı boyunca dersler verdiği için dini konuda mutmain bir yapıdadır. Hem halkın gözünde hem de diğer dini alimlerin gözünde bilgili bir insandır. Taki Şemsle tanışana kadar ve aralarında şu konuşma cereyan edene kadar.

- Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür, yoksa Bayezit Bistami mi?"
Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı:
- Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanında Bayezit'in sözü mü olur?"
Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi:
- Neden Muhammed 'kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim' diyor da , Bayezit 'kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içinde Allah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?"
Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:
- Muhammed her gün yetmiş makam aşıyordu. Her makamın yüceliğine vardığında önceki makam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Bayezit ulaştığı makamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu".
Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı.

Evet, aradığı O'ydu. Böylece Hem Mevlana hem de Şems kendilerini ilahi aşka ulaştıracak yani - Fuzuli'nin deyişiyle- vahdeti vucut anlayışına ulaştıracak dostlarını bulmuş oldular. Vel-hasıl kelam yüzyıllara dayanacak bir arkadaşlık kurmuş oldular. Bu arkadaşlığın Mevlânâ üzerindeki etkilerine de bakalım biraz. Şems Mevlanaya yepyeni bir kişilik, yepyeni bir görünüm kazandırmıştır. Tabiki öteden gelen bu dostuk bazı sorunları da beraberinde getirmiştir. Mevlânâ artık vaazlarını, derslerini, görevlerini, zorunluluklarını, kısaca her davranışı, her eylemi terk etmişti. Her gün okuduğu kitapları bir yana bırakmış, dostlarını, müritlerini aramaz olmuştu. Çünkü şemsle birlikte Halvet(iki kişi arasındaki yalnızlık manasına gelir) içerisindedirler. Yani ilahi aşka ulaşmak için inzivaya çekilmişlerdir.

Tabi bu duruma karşı halkın ve kendi ailesinin tepkisi gecikmemiştir. Bu tepkiyi gösterenler arasında en başta ailesi gelmektedir. Sordukları temel soru şunlardı : Kimdi bu gelen derviş? Ne istiyordu? Olaya bir de şu açıdan bakalım: Şems, Mevlânâ ile hayranları arasına nasıl girmiş? Ona bütün görevlerini nasıl unutturmuştu? Şimdi birazda Mevlanın sözleri ile bugünkü postu bitirmek istiyorum.  Kaynaklara geçen sözlerinden bir derleme yaparsam :

-Kendine gel, yepyeni bir söz söyle de dünya yenilensin! Sözün öylesine bir söz olmalı ki dünyanında sınırını aşmalı. Sınır nedir, ölçü ne? Bilmemeli!
-Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.
-Biz birleştirmek için geldik, ayırmak için değil
-Güzel söyle de halk, yüzyıllar boyunca okusun. Allah'ın dokuduğu kumaş ne yıpranır, ne eskir.
-Herkesin aynı şeyi düşündüğü yerde kimse fazla bir şey düşünmüyor demektir.
-Aşk etinden topuğuna kadar işlemiş bir nasırdır. Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp atacaksın. Her iki yolda da tek bir gerçek olacak. Canın çok ama çok yanacak.
-Durma! Çabuk gel. Gelmem deme! Ne evet demek yaraşır sana, ne hayır. Dostum, senin şanına sadece gelmek yaraşır.
-Yanımda kimse olmadığından değil yalnızlığım, yalnız olduğumu söyleyeceğim kimse olmadığından yalnızım ben.
-Her dil gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı sırlara ulaşılır.
-Aklın yoksa yandın, ya kalbin yoksa o zaman zaten sen yoksun ki.
-Yan diyorum içime! Sadece sen yan ve dayan diyorum gönlüme! Herkes mutlu olsun. Sen dayan! Aşk dediğin ya Allah'tan gelmeli. Ya Allah İçin Olmalı. Ya da Allah'a ulaştırmalı; yoksa yerle bir olmalı.

Mevlana hakkında bu kadar yazı yazdıktan sonra Mevlana'nın insanlara vasiyetini yazmazsam yazıda bir eksiklik görürüm :

"Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır."


Bugün elimden geldiği kadar  Mevlana hakkında bilgi vermeye çalıştım. Yazının devamında ise Mevlana'nın sözleri ve insanlara vasiyetini baz alarak Mevlana'nın tasavvufi düşencesi üzerinde durmayı ve bunun yanında bu yüzyıla kadar nasıl geldiği üzerinde kafa yoracağım-kimsenin yapmadığı şey-
Okuduğunuz için teşekkürler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder